‘BAK BEYİM SANA İKİ ÇİFT LAFIM VAR’
“Bak beyim, sana iki çift lafım var: Koskoca
adamsın, paran var, pulun var, her şeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde.
Yakışır mı sana ekmekle oynamak? Yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu
karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak? Ama nasıl yakışmaz? Sen değil misin öz
kızına bile acımayan, bir damlacık saadeti çok gören? Anlamıyor musun beyim, bu
çocuklar birbirini seviyor! Ama ben boşuna konuşuyorum... Sevgiyi tanımayan
adama sevgiyi anlatmaya çalışıyorum....Sen büyük patron, milyarder, fabrikalar
sahibi Saim Bey...Sen mi büyüksün? Hayır ben büyüğüm… yani Yaşar Usta. Sen
benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç! Gözümde pul kadar bile
değerin yok. Ama şunu iyi bil, ne oğluma ne de gelinime hiçbir şey yapamayacaksın!
Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi. Çünkü biz
birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi
seviyoruz. biz bir aileyiz. biz güzel biraileyiz.
Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi
sanıyorsun! Dokunma artık aileme! dokunma çocuklarıma! dokunma oğluma! dokunma
gelinime! Eğer onların kılına zarar gelirse ben, ömründe bir karıncayı bile
incitmemiş olan ben, Yaşar usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni! Anlıyor
musun? vururum ve dönüp arkama bakmam bile...”
Hepimizin bildiği bu replik 1975 yılında
çekilen ve 1976 yılında vizyona giren Bizim Aile filmine ait. Filmdeki ana
karakterlerden Yaşar Usta’nın üvey oğlu ile gelinini ayırmaya çalışan Saim
Bey’e verdiği tepkidir bu. Televizyonlarda yüzlerce kez yayınlanmasına rağmen
her seferinde aynı heyecanla merakla izlenen bu film Gülen Gözler ve Neşeli
Günler film üçlemesinin bir halkasıdır. Diğer iki filme göre daha dram
ağırlıklıdır. Birlik olmayı, kenetlenmeyi, koşulsuz sevgiyi anlatır. Yani
günümüzde sıkılmadan tekrar izlenilmesinin sebebi o samimiyete ve mutluluğa
duyulan özlemdir. Birlik ve dayanışma, düşene yardım etme, başkasının
mutluluğuna sevinebilme, üzüntüsüyle üzülebilme. İyi bir birey için gerekli
olan özellikler. Yalnız kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor. “Ne kadar
samimiyiz?” Kendimizi kandırmanın gereği yok. Ya da kandırmaya devam da
edebiliriz ben merkezli yaşamaya devam ederek. İşimiz düşmedikçe dostlarımızı,
arkadaşlarımızı, akrabalarımızı hatta maalesef aile bireylerimizi bile
aramıyoruz. Bırakın komşumuzun üzüntüsünü, komşumuzun kim olduğundan bile
haberimiz yok. Selam vermiyoruz, tebessüm etmiyoruz. Selam verip tebessüm edene
tuhaf tuhaf bakıyoruz hatta. Oysa reklamlardaki o koca yaşam merkezlerinin daha
çok satması için hazırlanan reklam senaryoları nasılda 70’li yılların aile
filmlerine benziyor. Komşuluk ve esnaf figürleri özellikle. Gerçekten de
başkasının acısına üzülüyor muyuz? Yoksa sosyal medyada bir-iki gönderi paylaşıp
vicdanımızı rahatlatıyor muyuz? Ya da mutluluğuna ortak oluyor muyuz? Sevincini
paylaşıyor muyuz? Yoksa yapay bir gülümseme ile kıskançlık mı yaşıyoruz. Bu
sorulara dilediğiniz gibi cevap verebilirsiniz. Ama insanın kendini kandırması
hoş bir durum değil. Evvela Samimiyet! Sonra her şey düzelir. Nazım
Hikmet’in ‘Güzel Günler Göreceğiz Güneşli Günler’ şiirindeki gibi
güneşli günleri görebilecek miyiz? Ülke olarak acılardan, gözyaşlarından kurtulacak
mıyız? Yaşar Usta ve ailesi gibi tek bir yürek olup kötülüklerin üstesinden gelebilecek
miyiz? Birbirimizin acılarını anlayıp çözüm olacak mıyız? Birlikte sevinç gözyaşları
dökebilecek miyiz? Yoksa günümüzün Yaşar Usta’ları Saim Bey’lere yenik mi
düştü? Bu olmasını istediğimiz en son şey olur. Hepimiz kaybetmiş oluruz. Kazanan gibi görünenlerin zaferleri de pek kalıcı olmaz. İnsan umut ederek yaşar “Güneşli Güzel
Günler”i görmek ister. O halde
kendimize sorduğumuz ne kadar samimiyiz sorusuna en içten cevabı vermemiz
gerekiyor. Bunu yapmak zor değil, iyi
bir birey olmak mümkün. Yeter ki
isteyelim. O zaman tüm
kötülüklere karşı şu cümleyi rahatça
kurabiliriz, “Bak beyim sana iki çift lafım var…”
Yorumlar
Yorum Gönder