ÖTEKİ KİM?
Ötekileştirmek… İnsanların kendi  düşüncelerini, yaptıklarını veya kendinde olanları, doğru ve geçerli görüp kendisi gibi düşünce ve davranışlarda bulunmayanlara uyguladığı psikolojik baskı  ya da davranış şekli olarak tanımlanıyor sözlük anlamına baktığımızda. Üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bir kavramdır esasında ötekileştirme. Olumlu hiçbir tarafı olmasa da, yaşantımızda sık sık düşmekteyiz ötekileştirmenin tuzağına. Cinsiyetinden, inancından, düşüncelerinden, konuşmasından, doğduğu şehirden, dinlediği müzikten, giyim tarzından, tuttuğu takımdan, zevk ve tercihlerinden; hatta yediğinden, içtiğinden bile ötekileştirmenin bir yolunu buluyoruz.
İnsan bir konudaki fikrinde kalabalıklaştıkça o fikre daha çok inanır. Düşünsenize aynı fikirde olan, aynı şeyleri beğenen, yanlışları görmezden gelen, hayatın değil de kendi doğruları öngörüsünde yaşayan bir insan topluluğu. Başka renklere, başka düşüncelere, kültürlere,  inançlara  kapalı. Fabrikada üretilmiş tek tip, tek renk programlanmış robot gibi. Oysa insanı diğer varlıklardan ayıran  akıl ve irade değil midir?  İnsan bazen kendisine bile fazla geliyor, sıkılıyor. Bu haldeyken bir bakıyorsunuz çevrenize, her tarafınızda size benzeyen bir topluluk.  Ne kadar eğlenceli! Değil mi?
İnsanı diğer varlıklardan ayıran  akıl ve irade değil midir?  Türkiye denildiği zaman köklü bir kültürel geçmişe sahip olmasının yanı sıra  her ne kadar farklı  inançları bünyesinde bulundursa da  halkının %99’u müslüman  olduğu bir ülke tanımlaması yapılmaz mı?  O halde, yaratılanı yaratandan ötürü hoş görmek dinimizin ve kültürümüzün en temel esaslarından birisi değil midir? Karşımızdakini niçin ötekileştiriyoruz? Ötekileştirme hakkına sahip miyiz? Bu sorulara  cevap olarak bilinmesi gereken;  İnsanların kişiliğini geliştirme ve insanca yaşayabilmesi için başkalarının haklarını ihlal etmeden özgürce yaşamasını sağlayan haklar olan; Düşünce, kanaat ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü, yerleşme ve seyahat özgürlüğü, toplantı hak ve özgürlüğü, bilim ve sanat özgürlüğünün devlet tarafından anayasa ve yasalarla koruma altına alındığıdır.
Araştırmalar ideolojik kamplaşmaların, terörizmin, ırkçılığın, aşırı milliyetçiliğin ve fanatizmin ötekileştirme kültüründen beslendiğini söylüyor. Tamamen ötekileştirilmiş ve kutuplara ayrılmış toplumların geleceğinin parlak olmadığını söylemek için kâhin olmaya da gerek yok. Geçmişe  bakıldığında,  geçmişe derken öyle tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolmaya da gerek yok. Yakın geçmişe ve özellikle yaşadığımız coğrafyada sınır komşularımız olan Irak ve Suriye’nin bugünkü durumlarına  bakmak yeterli.

Ötekileştirmeden, farklılıklara rağmen yaşamak mümkün elbette. Yapmamız gereken karşımızdakinin düşüncesine, tercihlerine gereken saygıyı göstermek, daha fazla empati yapmak. Bu kadar basit. Ne demişti Nazım Hikmet? “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine…”

Yorumlar