Hatice Hamarat: Yaşamın gelgitlerinden bunaldığımda kaçış noktam müzik oluyor


Kendi yazdığı şarkı sözlerini yorumlayarak müzik dünyasında dikkatleri çeken, öncesinde ise yazdığı eserleri ile edebiyat dünyasının da tanıdığı çok yönlü bir sanatçı Hatice Hamarat ile müziği, edebiyatı ve projelerini konuştum. İyi okumalar.


Şair, yazar, müzisyen ve eğitimcisiniz. Hepsini bir arada sürdürmek zor olmuyor mu? 

Aslında çok zor oluyor ancak ben yapı olarak zorlu şartlarda potansiyelimi daha çok gösterebilen biriyim. Hayat koşturmacası içinde yapmayı sevdiğim sanat dallarına eğilmek motivasyonumu da artırıyor. Bilinçli olarak yalnız kalmayı tercih ettiğim, üretimlerime ara verdiğim zamanlar da yaratıyorum, tükenmişlik yaşamamak adına böyle zamanlara ihtiyaç duyuyorum. Yaşamın gelgitlerinden bunaldığımda genelde kaçış noktam müzik oluyor. Söz yazıp bestelemekten, enstrümanımla ilgilenmekten keyif alıyorum. Böyle anlarda şiirle de daha yakından bir kontağım oluyor. Diğer edebiyat türlerinden üretim yapacaksam mutlaka planlı ve programlı hareket etmem gerekiyor. Çünkü öykü ya da roman gibi düz yazıya dayalı ve kurgu gerektiren türlerde zihninizin boşalmış olması, zihnin yeni gelecek üretime yer açması bence çok mühim. İşten geri kalan zamanlarımı sanatla ilgilenerek geçirmek bana iyi geliyor.


İlk soruyla bağlantılı olarak devam edeyim. Zor tabii ama. Edebi ürünler yazmak ya da şarkı söylemek arasında bir tercih yapmak zorunda kalsaydınız. Hangisini tercih ederdiniz?

   Bu benim için çok zor bir soru. Bunu ben de sık sık düşünmüşümdür. Şöyle diyebilirim ki ben müzikte ulaşım noktası olarak kendi yazdığım, bestelediğim eserleri icra eden, kendi dilinden konuşan ve bu dili dinleyene ulaştırmak isteyen bir sanatçıyım. Bu sebeple sanırım yazmasam ve kendi üretimim dışındaki eserler ile müziğe devam etsem keyif alamayabilirim. O yüzden sanırım yazmak benim için bir adım ötede duruyor ve müziğimi ilerletmem sürecinde bana en büyük desteği sağlıyor. Ancak her ikisinin de kıymeti çok büyük. Tercih etmek zorunda kalmadığım günlere uyanmak en büyük dileğim.


Kendi tarzınızı  “şiirin müzikle dansı” olarak adlandırıyorsunuz? İlham aldığınız 

yerli ya da yabancı birileri var mı?

Tabii ki, olmaz mı? Ben ruh olarak da üretimin içindeki şiirsel ezgiye inanan, aşkıncı bir insanım. Söyledikleri ve yaptıkları ile ruhumda yer etmiş çok değerli sanatçılar mevcut. Edebiyat alanında Fyodor Dostoyevski, Albert Camus bu yazarlardandır. Yine edebiyatımızın bel kemiklerinden Sabahattin Ali, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Bilge Karasu, Sait Faik Abasıyanık. Bu yazarlar insanın ruhunun dehlizlerine inen, çıkarımları ile yürüdüğümüz yolu aydınlatan, insan olmanın karanlık yönlerini sıklıkla dile getiren yazarlar. Varoluşçuluk felsefini benimsemiş şahsım için bu yazarları okuyabilmek, onlarla yetişmiş olmak büyük bir şans. Şiir alanında ise dünya edebiyatından Edgar Allan Poe, Luis Borges, Neruda, Charles Baudelaire gibi isimler, Türk edebiyatının büyük şairlerinden  Edip Cansever, Turgut Uyar, Ahmet  Muhip Dranas, Nazım Hikmet, Nilgün Marmara, Küçük İskender, Arkadaş Zekai Özger… Tüm bu şairler benim şiir yolculuğumda her kayboluşumda elimi tutmuş, bana yeni yollar göstermiş yüce insanlar. Yazmak, yaşamın kendisine benziyor. Bir süreç ve nereye ne şekilde ulaşacağınıza dair bir fikriniz olmuyor. Tek bildiğiniz bir gün bu yolculuğun bitecek olduğu. Bu yüzden sık sık bu büyük ustaların hayatlarından da feyz almaya çabalıyorum. Müzikâl anlamda ise Pink Floyd, Cranberries, Radiohead, Patti Smith, Queen gibi isimler müziğimi şekillendirmemde büyük rol oynamıştır. Yine Cem Karaca, Barış Manço gibi isimlerle büyümüş bir neslin çocuğu olduğumdan üretimlerinde ruha dokunan, hikâyesini anlatan Teoman’ı, Redd gibi grupları da çok severim. Aslında her iki alanda da temel tözüm şu; üret ve bir anlamı olsun. Bu sebeple sevdiğim sanatçılar insanın doğasını anlamlandıran, bunu yaparken kendi notalarını, kendi sözlerini kullanan, popüler kimlik kaygısı gütmeden üreten sanatçılar. Üretim sürecinde ve günlük hayatımda klasik müziğin de çok büyük yeri var. Yenilenmemi ve iyi hissetmemi sağlıyor. Üretirken de sık sık dinlerim.19. yy bestecileri favorim. Özellikle Claude Debussy, Richard Wagner, Robert Schumann. Ve kesinlikle Bach… Vazgeçilmezim. Ülkemizin değerli sanatçısı Fazıl Say’da benim için vazgeçilmezlerdendir.


Şarkı sözü de yazıyorsunuz. Şarkı sözü yazmak ile şiir yazmak arasındaki

 fark nedir diye sorayım size.

Aslında büyük bir fark yok ancak işin edebi kısmına odaklanır ve kaliteden ödün vermek istemezseniz bence aralarında bir uçurum oluşabiliyor. Dinleyiciye ulaştırmak istediğiniz his ne? Dinleyen bu şarkıyı dinlediğinde ne gibi kavram çatışmaları yaşayacak? Ruhunda nasıl devinimler olacak? Bu gibi soruları soruyorsanız. Geçmiş olsun, sizden popüler kültüre yatkın eserler çıkmayacaktır:) Ancak amacınız anlamlı bir şarkı yapmak ise çok güzel değerlere sahipsiniz. İşte tüm bu etkenlere odaklanınca şiirin şarkı sözüne dönüşmesi de farklı konseptlerde oluyor. Teknik olarak şiirsel bir dil yaratıp bunu şarkıya dönüştürmek ile dinleyicinin istediği kelimelerle ona ulaşmak arasında oldukça büyük bir fark var.


Müzik ve edebiyat kariyerinizde karşılaştığınız en büyük güçlük neydi?

Sanırım yalnız olmam. Çıktığınız yolda size inanan ve güvenen insanlarla olmanız elbette ki büyük şans lakin bu yeterli olmayabiliyor. Özellikle günümüz müzik ve edebiyat dünyasında yozlaşmış o kadar çok katman var ki… Dinleyiciye ya da okuyucuya ulaştırmak istediğiniz eserin kalitesinden çok ne kadar konuşulacağı, ne kadar satacağı, ne kadar dinleneceği gibi kötücül  kriterler mevcut. Kötücül diyorum çünkü bu gerçekten kötü bir düşünce. Bir insanın ruhunun tüm nüanslarını yansıttığı, bilincini bu esnada üretimine dahil ettiği bir eser neye ya da kime göre bu kriterlere uymayabilir? Günümüz dünyasının tüketim odaklılığı açıkcası beni yoruyor ve ümitsizliğe itiyor. Çünkü içi boşaltılmış, duygudan ve anlam aramaktan yoksun eserlerin bu denli yüceltilmesi gelecek nesiller için de bir risk. Hayata ne bırakabiliriz? Ben hep bu soruyu sorarım kendime. Kendim dışında hiçbir olayın tahayyülünü tayin edemiyorsam ben hayata ne katabilirim? İşte gelecek neslin bu düşünceden uzak bir şekilde üretim yapması, görsel algının bu kadar yüceltilip fikirler yerine bedenlerin, nesnelerin metalaştırılması korkunç bir yok oluş. O sebeple sık sık kendimize sormalıyız bence bu soruyu. Hayata ne bırakabiliriz?


Peki, Hatice Hamarat kimdir? Kendini nasıl ifade eder?

Ben büyük ihtimallere açılan denizlerde yüzen gemilerden yalnızca biriyim. Tıpkı diğerleri gibi hayallerim, korkularım, inançlarım ya da inançsızlıklarım mevcut. Bu da beni yeri geldiğinde güçlü yer yer de güçsüz kılabiliyor. Ancak her insan gibi dalgalardan korunmaya çabalıyorum. Büyük egosal yaptırımları olan biri değilim. Kendim dışında hiçbir şeye yüzde yüz güvenerek yola çıkmamam gerektiğinin bilincinde bir birey olarak yaptığım yalnızca üreterek yaşamaya çalışmak. Ancak yenilikçi olmak, köktenci inançlara karşı çıkmak gibi huylarım da var. Müziğimi ya da edebi eserlerimi bir başkasına ulaştırmaya çalışırken gerçekten çok çabalayan biri olduğumu biliyorum. Bunu yaparken birilerine sırtımı yaslamayı hiç düşünmedim. Çünkü özgün eserleri özgür sanatçılar verebilir. Bu aşamada yalnız kendime güveniyorum. Bu bilgi benim için yeterli çünkü inanç dediğimiz içimizden dışarıya yansıyan bir ışık. Değerli olanların değerini bulacağı inancını taşıyarak yola devam ediyorum. Kendime bunun bir yolculuk olduğunu sık sık hatırlatıyorum, kahveyi, kedileri ve yaz mevsimlerini seviyorum. Bir de bas gitarı.


Geçmişe oranla müzik dinleyicisine  ulaşmak teknoloji sayesinde daha kolay  ve  kısa sürede de popüler olunabiliyor.  Keza aynı durum kitap yazarlığı için de geçerli. Fakat  genelde  bu popülerlik kalıcı olmuyor. Sizce kalıcı olmanın yolu nereden geçiyor?

Kalıcı olmak bence bir tabu. Milyarlarca yıllık evrende kalıcı olmak istiyorum eylemi pek sonuç bulmayacaktır. Yine de insan yaşarken hatırlanmak ve belli kitlelere ulaşmak istiyor. Bu hepimizin içinde var. Bu amaç uğruna her şeyi yapmayı göze alanlar ve yetenekleri doğrultusunda işler yapmayanlar kalıcılığa yaklaşamıyor gibi geliyor bana. Dönem değiştikçe ihtiyaç duyulanlar da değişiyor, bence kalıcı olmak bu ihtiyaçlara tam olarak karşılık vermekten ziyade biraz kendin olarak ilerlemek ve mevcut ihtiyaçlara kapalı olmaktan geçen bir yol.  Fazla değişmemek, özgün kalmak ya da az evrilmek diyelim. Çünkü bizden istenen her şeyi yaptığımızda her yola başvurduğumuzda kendimize biraz ihanet etmiş oluyoruz bu da ilerleyen süreçlerde üretimsizliğe, ruhsal bozukluklara, yakalanılan popüler kimlik yavaş yavaş kaybolmaya başladığında ise korkunç hezeyanlara dönüşüyor. Bence biraz durmalı, dinlemeli ve yaşamın içinde yavaşça salınmayı öğrenmeliyiz. Kendi olarak kalanların, üretirken ruhuyla üretenlerin unutulmak gibi bir dertleri olmayacağı gibi unutulmayacaklarını da hatırlamak gerekiyor diye düşünüyorum.


Klasik sorumdur. Elinizde sihirli bir değnek olsaydı ne yapmak isterdiniz?

Başka bir sihirli değnek tabii ki:) Ben de bir insanım  bu kadar güçlü bir nesne karşısında insani güdülerime yenilebilirim düşüncesi ile onu en güvendiğim kişiye vermek ve buna bir son ver demek için. Aslında işin özü tüm canlıların olması gerektiği şekilde yaşamasını arzu ederdim. Doğa ile barışmış, çocuklara, hayvanlara, yaşamın içinde kendisini korumakta zorlanan herkese iyi davranan bir Dünya.


Sanat dünyası zorlu. Bunu hepimiz biliyoruz. Sizce edebiyat dünyası mı daha zorlu yoksa müzik dünyası mı? Bu zorlukları örneklemeniz mümkün mü?

Her iki alanın da kendi içinde dinamikleri mevcut ve zorlukları birbiri ile yarışır. Özellikle üretimlerin dinleyiciye ya da okuyucuya ulaştırılması noktası kilit nokta. Üretimlerin dağıtım süreci kolaylaşmış gibi görünse de aslında eskiye nazaran daha çok maddiyata dayalı. İyi bir işin bile sanatsevere ulaşması konusunda aksaklıklar çıkabiliyor. Küresel düzeyde bir “ ahbap çavuş” ilişkisi devreye girmiş gibi. Umarım en kısa zamanda bu durum değişir ve kaliteli, özenli yapılan işler  ayırt edilebilir duruma gelir.


Sanat çevresinde dayanışma var mı sizce?

Olduğunu pek söyleyemem ancak sizin yaşadığınız zorlukları ve tıkandığınız noktaları yaşamış olanlar sizi anlıyor. Bu evreden sonra karşınızdaki kişi ya da kişilerin iyilik kötülük algısı devreye giriyor. Sizin yanınızda olup destek de olabilirler köstek de… Dayanışma dediğimiz algı insani deneyimlerin en derinlerinden. Bunu anlamlandıran, buna önem veren sanatçı sayısı yok denecek kadar az.


Yeni projelerinizden bahsetmeniz mümkün mü?

Müzikte ekibimle aynı yoldan devam ederek yeni bir bestenin çalışmalarına başlayacağız. Edebiyat alanında ise novella çalışmam ve şiir kitabımı bir kenarda bekletiyorum. Doğru zamanı yakalamak, biraz da dinginleşerek yola devam etmek, emin adımlar atmak taraftarıyım. Umarım yeni çalışmalarla hem okuyucularla hem de dinleyicilerle buluşur, hasret gideririz. Sahne performanslarına da belli bir süre sonra başlamak niyetindeyim çünkü sahneyi epey özledim.


Bu hoş sohbet için size ve değerli okuyuculara, dinleyicilere teşekkürlerimi sunmak isterim.







Yorumlar