Öykü ve romanlarıyla  Türk Edebiyatı’nın  son dönemdeki başarılı isimleri arasında gösterilen Eğitimci/Yazar Salim Nizam’ın  ‘Son Kazak’ adlı romanı yenilenmiş baskısıyla okuyucuyla buluştu. Romanda 1954 yılında İstanbul’da yaşanan boğazın  donduğu meşhur kışta ele alınmış. Kendisiyle keyifli bir röportaj gerçekleştirdim. İyi okumalar.


 

“Son Kazak” kitabınız yeni baskısıyla okuyucuyla buluştu. Kitabın ana kahramanı da Ruslan.  Merak edenler için sorayım Ruslan’ın hayatını yazma fikri nasıl gelişti? Kitabın yeni baskısında okuyucuyu bekleyen bir sürpriz var mı?

Merhabalar. Evet, kitabımız henüz çok taze, çiçeği burnunda. Aslında bu kitabın ilham kaynağı annemden ve babamdan duyduğum hikayeler. Köyümüzün hemen yanında Manyas Gölü kıyısında Don Kazaklarının yaşadığı Kocagöl köyü vardı. Don Kazakları, 1700’lerde Rus Çarı Deli Petro’nun sakallarını kesmelerini istemesi ve İngiliz kıyafetleri giydirmek istemesi sonucu Çar’a karşı ayaklanıp Osmanlı İmparatorluğu’na sığınan ve 33 yıl süren savaşlarda Osmanlı ordusunda savaşan bir halk. Dönemin padişahı onları Manyas Gölü kıyısına yerleştiriyor ve burada yaklaşık 300 yıl yaşıyorlar.1962 yılına gelindiğinde Amerika-Rusya arasında süren soğuk savaş, Kazakların evlenememe, Papazlarının göçe zorlaması gibi sebeplerle 1962 Eylül’ünde Rusya’ya göç ediyorlar. Ruslan (Valedo) işte bu göçte gitmeyen ve Kocagöl’de eşi Katya (Anna) ve çocuklarıyla yaşayan Son Kazak. Yıllarca Kocagöl’de değirmencilik yapardı ve çocukluğumda onun değirmenine un öğütmek için giderdik. Romanın yeni baskısı biraz daha genişletildi ve gerçeküstü kurgularla yeni bir varyant kazanmış oldu.


Romanın kahramanı meşhur İstanbul kışıyla da karşılaşıyor. 1954 Şubat’ında İstanbul zemheri kışını yaşamakta. Tuna’dan kopup gelen buz kütleleri Boğaz’ın her tarafını kaplamış, vapurlar çalışmıyor.  İnsanlar da denizin ortasında hatıra fotoğrafları çektiriyor. Masalsı bir olay bu. Siz İstanbul’un meşhur 1954 kışıyla ilgili bilgilere nasıl ulaştınız ve okuyucularınızdan bu konu hakkında ne gibi yorumlar aldınız?

         Aslında yıllardır basından takip ettiğim bir olaydı 1954 İstanbul kışı. Tuna’dan kopup gelen buzlar Boğaz’ın ağzını kapatıyor ve İstanbul’da günlerce vapurlar çalışmıyor. İşte, kahramanımız Ruslan da Doğu Expresi’yle Kars’tan İstanbul’a geliyor ve Bandırma’ya giden Tirhan Vapuru çalışmadığı için geceyi Karaköy’deki Paris Palas Oteli’nde geçirmek zorunda kalıyor. Bu otelde Ruslan’ın altınları çalınıyor ve roman daha karmaşık bir hal alıyor. Özellikle romanda geçen 1954 kışı bölümleri okurlarım tarafından oldukça sevildi ve olumlu yorumlar aldım. Özellikle Paris Palas Oteli’nde geçen sahneler oldukça heyecan verici bulundu.


Türk Edebiyatı’nın yeni Ömer Seyfettin’i olarak nitelendiriliyorsunuz? Ben Gönen’de Doğdum, romanında Ömer Seyfettin’in hayatını anlattınız ve 2022 ESKADER Yılın Roman Ödülü’nü kazandınız. Peki, yazarlık kariyerinizdeki  hedefiniz ne ? Adınızı daha nerelerde göreceğiz?

         Evet, Yeni Ömer Seyfettin adı ilk defa bana, 2006 yılında “Köy Saatçisi” adlı hikayemle Ömer Seyfettin Öykü Yarışması birinciliğimden sonra ulusal basında ve TRT’de katıldığım programlarda telaffuz edildi. Bugün Gönen’de beni görenler Gönen’in İkinci Ömer Seyfettin’i ya da Yeni Ömer Seyfettin diyorlar. Önceleri bu sıfat çok hoşuma gitti, bu beni onurize ediyor; ancak artık yoluma kendi tarzım, çizgim ve üslubumla devam etmek istiyorum.

         Ben Gönen’de Doğdum romanımın ünlü eleştirmen Doğan Hızlan tarafından Hürriyet gazetesindeki köşesinde, son yılların en iyi romanı olarak nitelendirilmesi ve romanımın yılın romanı seçilmesi de beni kıvançlandırdı. Bundan sonraki hedefim romanlarımın başka dillere çevrilmesi ve dünya yazarı olmak. Bunu çok istiyorum ve başaracağımdan da adım gibi eminim.


Kısaca kendinizden bahseder misiniz? Şu an üzerinde çalıştığınız bir roman var mı? Sizi en iyi hangi sözcük ifade eder. Başucu kitaplarınız neler. Bizimle paylaşır mısınız?

Evet, ben de Gönen’de doğdum. Kendini edebiyata adamış bir edebiyat öğretmeniyim. Şu an Bandırma Palas romanını yeni tamamladım ve yayınevine teslim ettim. Ayrıca iki yıldır üzerinde çalıştığım gerçeküstü bir roman da var. Haçlı Savaşlarını da konu aldığından bunun için Venedik’e gidip etüt çalışması yapmam gerekecek. Beni en iyi tarif eden sözcük “Yazmaya Tutkun Adam” olabilir. Çünkü yazarken kendimi unutup kahramanlarımın psikolojisine bürünüyorum.

Başucu kitaplarım: Öncelikle Türk edebiyatından Yaşar Kemal, Ömer Seyfettin, Peyami Safa, Refik Halit Karay, Kırgız edebiyatından Cengiz Aytmatov ve Rus edebiyatından Tolstoy, Dostoyevski, Puşkin, Gogol, Çehov sayılabilir. İran edebiyatından Şehname, Kör Baykuş; İtalyan edebiyatından İlahi Komedya sayılabilir.


Hikayelerinizin birçoğunun ödüllü olduğunu biliyorum. Ben Gönen’de Doğdum romanı da 2022 ESKADER Yılın Roman Ödülü’nü kazandı. Ben Gönen’de Doğdum ve Son Kazak romanlarında çıtayı oldukça yükselttiğiniz görülüyor. Okurlarınızdan bu romanlarla ilgili güzel yorumlar alıyorsunuz. Peki, bu çıtanın altına düşmek okurlarınızda nasıl bir etki yapardı?

         Aslında edebi çevrelerde hikâye ödüllerimle tanındım. Ancak 2011 yılından itibaren romana geçiş yaptığımdan beri hikâyeyi çok sevmeme rağmen çok fazla bu türde yazamıyorum. Yoluma romanla devam ediyorum. Senin İçin Enginar Sakladım, romanım, Ege ve Marmara okuru tarafından çok sevildi, özellikle kadın okurlarımdan çok olumlu tepkiler aldım. Okur kitlemi oldukça genişlettiğim bir roman oldu diyebilirim. Son Kazak romanımın ayrı bir okur kitlesi var, hangi romanı çıkarsam bu kitaptan vazgeçemiyorlar. Ben Gönen’de Doğdum, romanım akademik çevrelerce çok sevildi, kurgusu takdir aldı. Bandırma Palas romanıyla artık bu uluslararası bir çizgiye gidecek diye düşünüyorum. Son dönemlerde gerçeküstü romanlar yazıyorum ve yoluma bu türde gidiyorum diyebilirim.


Romanlarınız öyle bir kurguya sahip ki senaryoya çok yakın ve bir sinema perdesi gibi gözümüzün önünde canlanıyor. Eserleriniz sinemaya alınsa bunu hangi yönetmenden isterdiniz?

Ülkemizde birçok iyi yönetmenimiz var, onlara saygı duyuyorum. Ancak, beni romanlarımı en iyi Çağan Irmak sinemaya aktarabilir diye düşünüyorum. Senin İçin Enginar Sakladım, romanım oldukça duygusal ve Çağan Irmak’a çok yakışır diye düşünüyorum. Bir de Ömer Seyfettin ve Son Kazak adlı dönem kitaplarımı da Kulüp dizisiyle seyircinin beğenisini kazanan yine Gönenli Yönetmenimiz Zeynep Günay’ın sinemaya başarıyla aktaracağını düşünüyorum. Eserlerimin yaşarken sinemaya alınmasını görmeyi çok isterim ve yönetmenlerimizden gelecek tekliflere de açığım.


Peki, biraz da falınıza bakalım: Orhan Pamuk’tan sonra Nobel size gelecek diyebilir miyiz? Orhan Pamuk romanlarını Boğaz’da yazıyor, peki siz nerede yazıyorsunuz?

         Ah Nobel ödülü, bu çok şık olurdu. Romanlarımın uluslararası çizgide olduğunu biliyorum ve bu ödül bana hiç de uzak olmasa gerek. Onu alacağımdan eminim.

         Orhan Pamuk, romanlarını Boğaz’da yazdığı için çok şanslı olabilir ancak benim de romanlarımı yazmak için bir kaçış noktam var. Marmara Denizi ve Manyas Kuş Gölü arasında Paşaçiftlik köyünde doğduğum ev olan Sarı Ev’de yazıyorum. Sarı Ev’in bahçesinde açık havada yazıyorum genellikle. Sarı Ev, edebi çevrelerce yakından tanınıyor. Bandırma Palas, Nobel Edebiyat Ödülü’nü alırsa hiç şaşırmam.


Klasik sorumu da sormalıyım. Elinizde sihirli bir değnek olsaydı ne yapmak isterdiniz?

         Elimde sihirli bir değnek olsa Türk ve Dünya edebiyatının duayen yazarlarını ve kahramanlarını tekrar ete kemiğe büründürebilmek olurdu sanırım.

 

 

Yorumlar