Söyleşime yazma yolculuğunuz nasıl başladı diye sorarak başlıyayım ve ekleyeyim; Öykü yazmayı tercih etmenizin sebebi nedir?

Liseden beri yazıyorum. Öyküler benim için büyülü bir portal. Her biri, kendi başına bir evrenin anahtarıdır. Romanlar uzun bir nehir gibi akar, ama öyküler küçük, derin göletlerdir; yüzeyde kısa süre kalırsınız, ama dibe indiğinizde sonsuz derinlikler keşfedersiniz. Öykülerde, hayatın gizli köşelerini, unutulmuş anlarını ve gölgelerde saklanan hikayelerini bulur ve onları gün yüzüne çıkarabilirsiniz. Her öykü, bir yıldız tozunun parıltısında saklı bir sırdır ve ben o sırrı paylaşmak için yazarım. Öykülerle, zamanın içinde dondurulmuş bir anı alır, onu yavaşça çözer ve okuyucunun avuçlarına bırakırım. İşte bu yüzden öykü yazarım: Küçük bir anın içindeki büyük evrenleri keşfetmek ve onları paylaşmak için.


Kitaplarınızdaki hikaye örgüsünü ve karakter gelişimini nasıl planlıyorsunuz? Önceden detaylı bir taslak mı hazırlıyorsunuz yoksa yazarken mi şekilleniyor?

Planlamıyorum. Hayatımı da planlayarak yaşamam. Plan yapmadan yazmak benim için büyülü bir yolculuğa çıkmak gibi. Haritasız, pusulasız ve sadece sezgilerimle ilerlerim. Hikayelerimin kendi yollarını bulmasına izin veririm çünkü gerçek sihrin spontane anlarda saklı olduğuna inanırım. Her yeni cümle, bilinmeyen bir dünyanın kapılarını aralar ve ben de bu dünyayı keşfetmenin heyecanını yaşarım.

Karakterlerim, yazarken hayat bulur; onlar bana fısıldar, kendi hikâyelerini anlatır ve beni beklenmedik maceralara sürüklerler. Plan yapmadan yazmak, bir karnavalda kaybolmak gibi; her köşe başında yeni bir sürpriz, her dönemeçte yeni bir heyecan var. Bu özgürlük, yaratıcılığımı besliyor ve hikayelerime doğal bir akış kazandırıyor.

Yazma sürecim, vahşi bir nehirde akmak gibi. Suya kapılıp gitmekten korkmam, aksine akıntının beni nereye götüreceğini merakla beklerim. Karakterlerim nehir boyunca sürüklenirken, onların zaafları, hayalleri ve korkuları yüzeye çıkar. Bu yolculukta, her bir taşın altını, her bir ağacın gölgesini keşfederim.

Her hikâye, bir serüvenin başlangıcıdır. Hikayenin beni götürdüğü yerleri önceden bilmem; bu bilinmezlik, yazmanın en büyüleyici yanıdır. Tıpkı rüzgârın peşine takılan bir yaprak gibi, hikâyemin rüzgârına kapılır ve onun beni sürüklediği yerlere giderim. Bu şekilde yazmak, bana hem özgürlük hem de derin bir tatmin sağlıyor. İşte bu yüzden, plan yapmadan yazarım; çünkü en iyi hikâyeler, beklenmedik anlarda ortaya çıkar.


Sizden bahsetmişken devam edelim. Burcu Ünlü kimdir. Olmazsa olmazları var mıdır? Başucu kitapları neler? En çok etkilendiğiniz kitap hangisi ? Kendisini en iyi nasıl ifade eder?

Burcu Ünlü kimdir? Valla ben de bilmiyorum. Kendimden bahsetmeyi pek sevmiyorum aslında. Bu sorunun cevabını hikayelerimde aramak daha doğru olur. Kendi hakkında konuşmaktansa, yazdığım karakterlerin dünyasında kendimi ifade etmeyi tercih ederim. Kendi hayatımdan çok, yarattığım dünyaların, karakterlerin ve onların yaşadığı duyguların peşindeyim.

Olmazsa olmazlarım; defter, dolma kalem ve iyi bir kitap. Ve tabii kedilerim.

Başucu kitaplarım yok ama Montaigne’in “Denemeler”ini ara ara açıp okumayı seviyorum.

Orhan Pamuk’un “Masumiyet Müzesi”nin yeri benim için çok ayrıdır. Kitabı bitirdiğimde bağrıma basıp uzun bir süre ağlamıştım.

Kendimi en iyi nasıl ifade edebilirim? Elbette kelimelerle. Yazdıklarımla. Belki de en iyi, kelimelerin ardındaki sessizlikte.


Yazarken kendinizle ve iç dünyanızla yüzleştiğiniz anlar oluyor mu? Eserlerinizde kendi öz-yansımalarınızı da barındırıyor musunuz?

Yazarken kendimle ve iç dünyamla yüzleştiğim anlar, genellikle diğer yazarların sıkça dile getirdiği bir deneyimdir, ama benim için durum biraz farklı. Yazma sürecimde kendi duygularımı ve kişisel deneyimlerimi doğrudan hikâyelerime yansıtmak yerine, tamamen kurmaca dünyaların ve karakterlerin yaratılmasına odaklanırım. Bu, benim için bir kaçış değil, aksine yaratıcılığımı özgürce kullanmanın bir yolu.

Eserlerimde öz-yansımalarımı barındırmak yerine, tamamen farklı karakterler ve senaryolar yaratmayı tercih ederim. Yoksa yazdıklarım çok sıkıcı olurdu çünkü öyle çok renkli bir hayatım yok. Bir de ben yazmayı, kişisel bir terapi değil de, bir sanat formu olarak görüyorum. Karakterlerim ve olaylar, hayal gücümün ürünüdür ve onların benim iç dünyamla doğrudan bir bağlantısı yoktur. Yazdığım her şey, kendi hayatımdan bağımsızdır ve tamamen kurmaca bir evrende var olur. Kendi duygularımı ve kişisel deneyimlerimi bu sürece dahil etmek yerine, tamamen hayal gücümün ve analitik düşüncemin rehberliğinde ilerlerim. Bu, bana hem özgürlük hem de sınırsız yaratıcılık alanı tanır.

Yazarken, kendi iç dünyamdan ziyade karakterlerimin dünyasına dalarım. Onların yaşadığı duygular ve deneyimler, benimkilerden bağımsızdır. O an Burcu olmam, o karaktere bürünürüm. Haliyle de Burcu gibi hissedemem.

Sonuç olarak, yazmak benim için bir içsel yüzleşmeden çok, bir yaratım sürecidir. 


Yazarlık hayatınız dışında nelerle ilgileniyorsunuz? Günlük rutinleriniz ve hobileriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?

Yazarlık hayatım dışında, günlerim oldukça sakin ve rutin geçiyor. Sabahları erkenden uyanmak yerine, güne biraz geç başlamayı tercih ediyorum çünkü epey geç uyuyorum. Uyandığımda ilk işim, kahvemi alıp kitaplarımın arasına dalmaktır. Kitaplar, benim için sadece bir kaçış değil, aynı zamanda bir ilham kaynağı ve düşünce dünyamı besleyen vazgeçilmez bir öğedir.

Editörüm. Editörlük yapmak, günlük hayatımın büyük bir kısmını dolduruyor. Başkalarının yazılarını gözden geçirmek, onlara şekil vermek ve en iyi halleriyle okuyuculara sunmak benim için büyük bir tatmin kaynağı.

Eski ve klasik filmleri izlemek gibi bir tutkum var. Bir de klasik sanat filmleri tabii. Siyah-beyaz filmler, eski Hollywood’un altın çağından kalan yapımlar, bana zamanın ruhunu yakalama fırsatı sunar. Caravaggio’nun dramatik ışık oyunlarını, Klimt’in altın dokunuşlarını ya da Picasso’nun cesur formlarını anlatan filmler beni hem dinlendirir hem de eğitir. Filmlerden öğrendiğim teknikler, yazılarımda ve editörlük işimde bana yeni perspektifler kazandırır.

Sanat tarihine büyük ilgi duyuyorum. Sanat eserleri, insanlığın duygusal ve kültürel yolculuklarının sessiz ama güçlü tanıklarıdır. Her tablo, heykel ya da fresk, geçmişten bugüne uzanan bir köprüdür ve her biri bize zamanın ruhunu, insanların tutkularını, acılarını ve zaferlerini fısıldar. Bu eserlerde sadece estetik bir güzellik değil, aynı zamanda derin hikayeler ve evrensel temalar bulunur. Sanat tarihine dalmak, benim için zamanın derinliklerinde büyülü bir yolculuk yapmak gibi. Barok dönemin dramatik yoğunluğu ve duygusal derinliği, benim yazma sürecimde büyük bir ilham kaynağıdır. Caravaggio'nun ışık ve gölge oyunları, bana hikayelerimdeki duygusal çatışmaları ve dramatik anları nasıl daha etkileyici bir şekilde yansıtacağımı öğretir. Empresyonistler, anın geçiciliğini ve ışığın büyüsünü yakalamaya çalışırken, bana her anın ne kadar değerli olduğunu hatırlatır. Monet’nin su zambakları ve Degas’nın balerinleri, doğanın ve insanın güzelliklerini gözler önüne serer. Modern sanat ise, yenilikçi düşüncelerin ve cesur ifadelerin bir manifestosudur. Picasso’nun kübist eserleri, bana farklı bakış açılarını ve sınırların ötesine geçmeyi öğretir. Sanat, sadece gördüğümüz dünyayı değil, aynı zamanda hayal edebildiğimiz dünyaları da yansıtır. Sanat tarihine olan ilgim, yazılarımı zenginleştirir ve derinleştirir. Her sanat eseri, yeni bir hikayenin tohumlarını içinde barındırır. Sanatın büyülü dünyasında gezinmek, bana hem estetik zevk verir hem de yaratıcı bir ilham kaynağı olur. Bu yüzden, sanat tarihi benim için sadece bir hobi değil, aynı zamanda yazma sürecimin ayrılmaz bir parçasıdır.


Öykülerinizde topluma vermek istediğiniz belirli bir mesaj veya dokunmak istediğiniz özel bir konu var mı?

Kesinlikle var. Her öykümde, adaletsizliğe, ırkçılığa, kadına şiddete, çocukluğun önemine, sevgiye ve iktidarın kötü yönetimine dair bir yankı bulabilirsiniz. Bu temalar, sadece karakterlerimin yaşadığı deneyimlerin bir parçası değil, aynı zamanda toplumun derin yaralarını ve umutlarını da yansıtır.

Yazarlık benim için sadece hikaye anlatmak değil, aynı zamanda topluma ayna tutmak ve insanlığın derin yaralarına parmak basmaktır. Toplumsal değişim için bir çağrı ve insan ruhunun derinliklerine yapılan bir keşiftir. Toplumun yaralarına dokunmadan, sadece yüzeyde kalan hikayeler anlatmak, yazarlığın gerçek gücünü kullanmamak anlamına gelir. Bu yüzden, öykülerimde her zaman topluma ayna tutan, düşündüren ve duygusal olarak etkileyen temalar işliyorum. Çünkü yazmak, yalnızca bir anlatım aracı değil, aynı zamanda bir farkındalık ve değişim yoludur.


Kendinizi üç kelimeyle tanımlayacak olsanız, bunlar ne olurdu?

Hayalperest, inatçı, duygusal.


Uzun soluklu bir roman yazmayı düşünüyor musunuz? Böyle bir projeniz var mı?

Uzun soluklu bir roman yazmak, büyük bir denize açılmak gibidir; geniş ve derin sulara yelken açmak. Ancak ben, küçük ve gizli koylarda gezmeyi seviyorum. Her öykü, keşfedilmeyi bekleyen küçük bir dünya benim için. Bir roman, tek bir uzun yolculuk sunarken, öykülerimle her seferinde farklı bir maceraya çıkıyorum. Her biri, kendi içinde tamamlanmış bir evren ve bu evrenlerde dolaşmak, bana daha büyük bir tatmin veriyor.

Roman yazmayı düşünmüyorum çünkü kısa öykülerdeki yoğunluk ve derinlik, benim yazma tarzımı en iyi yansıtan form. Her öykü, kendi içinde bir dünya ve ben bu dünyalarda dolaşmayı, keşfetmeyi ve okuyucularımla paylaşmayı seviyorum. Bu yüzden, kısa öykülerin büyüsüne kapılmış durumdayım ve şimdilik bu büyüyü bozmaya hiç niyetim yok.


Sosyal medya günümüzde yazarlar için oldukça önemli bir platform haline geldi. Siz bu platformları nasıl kullanıyorsunuz ve takipçilerinizle nasıl bir etkileşim kuruyorsunuz?

Sosyal medya benim için, okuduğum kitaplar hakkındaki düşüncelerimi paylaşarak okuyucularımla derin ve samimi bir bağ kurduğum bir platform. Yani çoğunlukla bu şekilde kullanıyorum. Tabii bazen gündemle ilgili düşüncelerimi de yazmadan edemiyorum. 

Sosyal medya, benim için sadece bir tanıtım aracı değil, aynı zamanda edebi bir topluluk oluşturma platformu. Okuduğum kitaplar hakkındaki düşüncelerimi paylaşarak, takipçilerimle güçlü bir etkileşim kuruyorum ve birlikte okuma yolculuğunun keyfini çıkarıyoruz. Ancak sosyal medyanın getirdiği güzelliklerin yanında, linç kültürü de karanlık bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Bazen samimi bir düşünce yanlış anlaşılabiliyor. Bir yazar olarak, fikirlerimi özgürce paylaşabilmek benim için çok değerli. O yüzden linç olayına pek aldırmıyorum. Sosyal medyada herkesin görüşü ve yorumu olabilir. Önemli olan bu yorumları yapıcı bir şekilde değerlendirip, kendi sesimi bulmak ve onu korumak.


Edebiyat dünyasındaki kadın yazarların rolü hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu alanda kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz?

Edebiyat dünyasındaki kadın yazarlar, sadece kelimelerle değil, aynı zamanda toplumsal normlarla da mücadele eden sessiz devrimcilerdir. Kendimi bu büyük resmin bir parçası olarak görüyorum. Yazdığım her öykü, kadınların sesini duyurmanın, onların hikayelerini paylaşmanın ve toplumsal adaletsizliklere dikkat çekmenin bir yolu. Kadın yazarların edebiyat dünyasındaki rolü, sadece hikayeler anlatmak değil, aynı zamanda toplumsal dönüşümü teşvik etmektir. Bu bilinçle yazmak, benim için hem bir sorumluluk hem de bir onurdur.

Kadın yazarlar, edebiyatın kalbinde yer alıyor ve bu kalp, toplumun her köşesine sevgi, anlayış ve direnişin tohumlarını ekiyor. Ben de bu kalbin bir parçası olarak, yazdığım her kelimeyle dünyayı biraz daha aydınlatmaya çalışıyorum. Edebiyat dünyasında kadın yazarların rolü, değişimi başlatmak ve sürdürebilmektir ve ben de bu değişimin bir parçası olmaktan gurur duyuyorum.


Edebiyat dünyasında iz bırakmak sizin için ne anlama geliyor? Yazarlık kariyerinizde ulaşmak istediğiniz en büyük hedef nedir?

Edebiyat dünyasında iz bırakmak, benim için zamanın ötesine geçmek ve okuyucularımın ruhlarında kalıcı bir yankı yaratmak demektir. Her hikaye, her karakter, okuyucunun zihninde ve kalbinde bir iz bırakmalı, onların düşüncelerinde ve duygularında derin bir etki yaratmalıdır. İz bırakmak, sadece sayfalara dökülmüş kelimelerle sınırlı kalmamalı, aynı zamanda insanları düşünmeye, hissetmeye ve değişmeye yönlendirmelidir.

Yazarlık kariyerimde ulaşmak istediğim en büyük hedef, okurlarımın hayatlarına dokunan, onlara ilham veren ve onları farklı dünyalara götüren hikayeler yaratmak. Her satır, her paragraf, bir yolculuğun kapısını aralamalı ve okurlarımı kendi içsel yolculuklarına çıkarmalıdır. Onların, hikayelerimde kendilerini bulmaları, kendi deneyimlerini ve duygularını keşfetmeleri, benim için en büyük ödüldür.

Edebiyat dünyasında iz bırakmak, aynı zamanda toplumsal değişim için bir kıvılcım yaratmak anlamına gelir. Yazdığım her öykü, adaletsizliklere, eşitsizliklere ve insanlık hallerine dikkat çeken bir çağrı olmalı. Toplumun karanlık köşelerine ışık tutan ve okuyucularımı bu konular üzerinde düşünmeye ve harekete geçmeye teşvik eden eserler bırakmak istiyorum.


Röportajlarımın klasik sorusudur. Size de sormak istiyorum. Elinizde sihirli bir değnek olsaydı ne yapmak isterdiniz?

Elimde sihirli bir değnek olsaydı, kelimeleri somutlaştıran bir dünya yaratmak isterdim. Dünyadaki tüm kitaplara evrensel bir erişim sağlamak isterdim. Herkes, istediği her kitabı, dil engeli olmadan, anında anlayabilir ve deneyimleyebilirdi. Bu, kültürel ve dilsel bariyerleri ortadan kaldırarak, dünya üzerindeki tüm insanların bilgiye ve hikâyelere eşit şekilde erişimini sağlar ve küresel bir anlayış ve empati oluştururdu.

Aynı zamanda, değneğimle toplumsal adaletsizlikleri ve eşitsizlikleri de ortadan kaldırmak isterdim. Kadın haklarından ırkçılığa, çocukların, hayvanların korunmasından çevre bilincine kadar pek çok konuyu değiştirirdim.

En önemlisi, sihirli değneğimle faşizme ve savaşa son vermek isterdim. İnsanlar arasındaki nefreti ve düşmanlığı silip, yerine anlayış, sevgi ve barış getirmeyi amaçlardım. Herkesin barış içinde yaşayabileceği bir dünya yaratmak, insanlık için en büyük armağan olurdu.

 

Yorumlar