Yazarlık kariyerinize nasıl başladınız? Sizin için yazmanın anlamı nedir?

Öncelikle sayfanıza/köşenize konuk ettiğiniz için teşekkürler. Biraz klasik bir cevap olabilir ama gerçek bu: Yazarlık yolculuğuma çok küçük yaşlarda okuduğum yazarlara imrenerek başladım. Şöyle bir düşünüyorum da tür ayrımı yapmadan yaşıma göre iyi bir okur olmuşum. Çizgi roman, polisiye, korku, deneme, dram, şiir, yerli, yabancı demeden evimizdeki kitaplardan epey beslenmişim. Çok beğendiğim kitapları bitirdikten sonra şöyle dediğimi hatırlıyorum: “Bir gün ben de böyle romanlar yazacağım.” Bu cümleyi ilk kurduğum an yazarlık kariyerimin başladığı andır aslında. Onlu yaşlardaydım sanırım. Ve yazmaya başladım. Tuttuğum günlükle başlayan, ardından karalamalarla, şiirlerle, kimseye okumadığım minik öykülerle devam eden süreç ortaokul gazetesinde yazamaya, daha uzun öykülere ve daha uzun şiirlere evrildi. Profesyonel olarak edebiyat denilen sonsuz okyanusta yüzmeye başlamam ise 2012’de ilk romanım Kuklacı ile oldu. Uzun bir roman yazmanın büyüsüne kapıldıktan sonra da gerisi geldi. Tüm bunlardan anlaşılıyordur sanırım, yazmak vazgeçemediğim büyülü, fırtınalı bir aşk benim için. Bazen kendimi bulduğum bazen de kaybettiğim bir dünya. Hem başıma gelen en güzel şey, hem de kurtulamadığım bir lanet. Ama ne olursa olsun bitmek bilmeyen rengârenk bir umutlar tarlası yazmak.


Romanlarınızda gerilimi ve merakı artırmak için hangi teknikleri kullanıyorsunuz? Özellikle bir okuyucunun sayfaları çevirmeye devam etmesini sağlamak için nelere dikkat ediyorsunuz?

Bilinçli olarak kullandığım, hadi şimdi şu yöntemi devreye sokayım da okur heyecanlansın, dediğim bir teknik yok. Yazdıklarımı geri dönüp sık sık okurum. Vermek istediğim duyguyu (bu bazen heyecan olur, bazen gerilim bazen hüzün) alamıyorsam burayı düzeltirim. Ya da fikrine güvendiğim dostlara okutur, ne hissettiklerini sorarım. Aktarmak istediğim duygunun adını vermişlerse içim rahat devam ederim.

Tabii suç-gizem türünde yazıyorsanız romanın geneline hâkim olması ve hep diri kalması gereken duygular belli: Gizem, gerilim ve merak. Bunu sağlamak için basitlikten ve kolaycılıktan kaçınmaya çalışırım. Okurumun oldukça zeki, hatta deha seviyesinde zeki, olduğunu hayal eder ve ortalamanın üzerindeki bir zekâyı nasıl tatmin edebileceğimin yollarını ararım. Bu, hem gerilimi hem merak duygusunu hem de beni taze ve canlı tutuyor. Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim, genelde sıkı polisiye okurları özelde de benim okurlarım gerçekten zeki insanlar. Hikâyeyi çatarken, ana kurguyu, yan kurguları, düğümleri, çözümleri, ters köşeleri yazarken bu gerçeği hep hatırımda tutmaya özen gösteririm.


Günümüzde polisiye ve gerilim edebiyatının popülerliği artarken, bu türlerin gelecekte nasıl evrileceğini düşünüyorsunuz? Yeni teknolojiler veya toplumsal değişimler bu türü nasıl etkiliyor?

Polisiye ve gerilim edebiyatını büyük bir ana başlığın altında değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum: Suç ve gizem edebiyatı. Bu büyük çatının altında yer alan türler yıllar içinde dallanıp budaklanacak, belki yepyeni isimlerle yepyeni alt türler doğacak. Ancak o büyük şemsiyenin kapsadığı alan genişlese de işaret ve ifade ettiği şey pek değişmeyecek bence: Suç ve gizem. Tarihin ilk çağlarından bu yana var olagelmiş insani zaaflarla toplumsal kuralların çatışması suçu doğururken; suçun, suçlunun, en genel anlamda şeylerin ardındaki gizli nedenleri ve nasılları bulma, keşfetme çabası da gizemi doğuruyor. Bu ikisi var olduğu sürece ki hep var olacaklarını düşünüyorum, biz yazarlar da bu türde eserler yazmaya devam edeceğiz. Teknolojik ve sosyolojik dönüşümler sonrası bugün bile örneklerini gördüğümüz metinlere daha sık rastlayacağımız bir gerçek. Benim de romanlarımda sıkça faydalandığım bilimsel olgular polisiye edebiyatında başrole oturabilir. Gelecekte işin içine belki robotlar, suç işleyen ya da dedektiflik yapan yapay zekâlar, paralel evrenler vs girebilir, kurgular küçük kapalı odalarından çıkıp kasabaya, kente, ülkeye, tüm dünyaya, galaksilere ve başka boyutlara yayılabilir. Üç beş kişi arasında geçen küçük hikâyeler tüm insanlığı kapsayabilir. Ki bahsettiğim bu değişim ve dönüşümler her geçen sene kendini daha çok hissettiriyor. Bizzat içinden geçtiğimiz bir süreçten bahsediyorum aslında. Dikkat ederseniz işler basitten karmaşığa, azdan çoğa doğru evriliyor. Suçların ve suçluların niteliği de aynı şekilde büyüyerek çoğalıyor. Değişmeyen tek şey insanın suç ve gizemle olan tuhaf ilişkisi. Kısaca insan türü var oldukça edebi anlamda suç-gizem türü de varlığını sürdürecek.


Sizi en çok etkileyen veya ilham veren bir kitap, film ya da dizi var mı? Bu sorudan hareketle sizi tanıyabilir miyiz?

Bu soruyu yarın cevaplasam yanıtım farklı olabilir ama şu an ilk aklıma gelenleri sayayım.

Filmler: Dünyalı, Yedi, Busan Treni.

Kitaplar: Mario Puzo–Baba, Frank Schatzing–Sürü, David Eagleman–Ve…Sonraki Hayattan Kırk Öykü

Diziler: Sons Of Anarchy, Fringe, Süper Baba

Saydığım isimlerden de anlaşılacağı üzere yazdığım türe yakın eserler daha çok ilgimi çekiyor. Suç ve gizemin ağırlıkta olduğu hikâyeler, sağlam bir felsefeye sahip bilim kurgular, karakterlerin detaylı bir işçilikle sunulduğu işler hoşuma gidiyor. Suç, gizem ve bilimin güzelce harmanlandığı eserlere hayranım. Ve şanslıyım ki bu türlerde yazılmış kitaplarla çocukluğumda tanıştım, bolca okuyacak, keyfini çıkaracak vaktim oldu. Eskilerin yanına yenilerini ekleyerek okuma yolculuğuma ve tabii ki yeni romanlarla yazarlarla tanışmaya devam ediyorum. Yine şanslıyım ki yakın dönemde hayatımıza giren dizi-film platformlarında bu tarzda çok başarılı işler yapıldı ve yapılmaya devam ediliyor.


Polisiye edebiyatın toplumsal veya bireysel olarak bir değişim yaratabileceğine inanıyor musunuz?

İyi yazılmış her kitabın değişim yaratabileceğine inanıyorum. İyi yazılmış bir polisiye de bunu başarabilir. Bir sanat eserinin toplumsal değişime ve dönüşüme öncülük etmesi uzun bir süreç gerektirir. Bazen on yılları bulabilir. Kitabın toplumda kabul görmesi, büyük kitleler tarafından okunup önce kişiler sonra topluluk bazında etkilerinin ortaya çıkması ve bir aksiyona dönüşmesi lazım. Yani önce her bir okurun kendi iç dünyasında oluşacak yıkımdan bahsediyorum. Evet, bir kitap kitleleri dönüştürecekse yıkıcı olmalı. Yıkılmayan değerlerin üzerine yeni şeyler inşa edemezsiniz. Etseniz de kalıcı olmaz ve bunun adına değişim denmez.

Suç-gizem türünde yazılmış bir polisiye romanın bunu başarma ihtimali bana göre diğer türlerden daha yüksek. Çünkü suçun ardında insanın karanlığı var. Karanlığı yaratan ise doğru sandığımız, kendi icat ettiğimiz, kişisel çıkarlarımız için kendimize yonttuğumuz inançlar ve değerler. Düşünsenize, inandığınız değerler sistemi size bir insanı veya bir canlıyı öldürebilme, onun haklarını gasp edebilme yetkisi veriyor. Yaptığınız kötülüğün bir gerekçesi var ve size göre bu doğru bir gerekçe. Bu durumda karşınızdakini yok sayarsınız. Doğru bildikleriniz uğruna ona zarar verirsiniz. Hatta öldürürsünüz. Çünkü haklısınız.

Bu basit örnek, aslında tüm insanlığın yüz binlerce yıldır yaşadığı bir histeri. Çarpık duygularımızın bir yansıması. Saldırıyoruz. Kırıyor, döküyor ve gerekirse öldürüyoruz. Bu durumun bir kaosa dönüşmemesi için yüz yıllar içerisinde “zeki” insanlık bunu bazı kurallara bağlamış. Kimse canı istediği gibi davranamaz, şu şu şu sınırlar içinde hareket edebilirsiniz, denmiş. Bireysel olarak kanunların, sınırların dışına çıkarsanız suçlusunuzdur ve cezalandırılırsınız. İşin tuhafı suçu ve cezasını da o toplumun dinamikleri belirler. Yani bir toplumda başı açık bir kadın suçlu ilan edilip cezaya çarptırılırken başka bir toplumda bu cezayı verenler suçlu kabul edilir. Hayvanları öldürenlerin ceza almadığı bir toplumda lideri ya da başkanı eleştirmenin cezası hapisken başka bir coğrafyada lideri istediğiniz gibi eleştirebilir ama hayvanlara dokunamazsınız. Daha da tuhafı zaman içerisinde bu kurallar yer değiştirebilmektedir.

Dikkat ederseniz toplumlar, birbiriyle çelişen suç ve ceza sistemleri geliştirmişler. Coğrafya değiştiğinde suçun tanımı da değişiyor.

Bir toplumun kendi içinde değişim ve dönüşüme uğraması da mümkün tabii. Suç kabul edilen bir davranış yüz yıllar sonra övgüyle anılabiliyor. Galileo örneğindeki gibi.

Suç temalı bir romanın, insanı ve toplumu değiştirme ihtimali elbette var. Çünkü iyi yazılmış polisiye romanların insanı kendi karanlığıyla yüzleştirme gibi bir özelliği var. Kendi karanlığı ile yüzleşen ve bunu reddeden bir insan, yüzünü aydınlığa dönmüş ve değişim için ilk adımı atmıştır zaten. Bir insan değişirse çok insan da değişebilir. Bu değişim kısa sürede toplumsal bir ivme kazanabilir. Yeter ki insanın karanlıkla, sebep olduğu ya da ses çıkarmaya korktuğu çarpık sistemle, işin özünde kendisiyle yüzleşmeye ve duvarlarını yıkmaya cesareti olsun.

Ancak bizim gibi kitap okuma oranı düşük toplumlarda bu tarz bir değişimin bireysel olmaktan öteye geçemeyeceğini düşünüyorum. En azından kısa vadede. Üstelik popülizme mesafeli duran bu çapta kitapların saklı kaldığı ve büyük kitlelere ulaşamadığı kanaatindeyim. Bir yerlerde, belki tozlu bir rafın arkasında belki bir sahafta okurunu bekleyen gizli bir hazine gibi.


Kitaplarınızda ortaya çıkan kurgusal suçları veya olayları oluştururken gerçek dünyadaki suçlardan veya cinayetlerden etkileniyor musunuz?

Evet doğru, kurgu yazıyorum yani hikâyeler uyduruyorum. Ancak uydurulmuş her hikâyenin ardında bir gerçek yatar. Dolayısıyla dünyadan, yaşadığımız ya da görüp duyduğumuz hayatlardan etkilenmemek mümkün değil. Sadece benimkiler değil, yeryüzünde yazılmış tüm romanlar, yazarının bilerek ya da bilmeden etkilendiği gerçekleri anlatır. En uçuk, en fantastik hikâyelerde bile kahramanlar ya adalet arıyordur, ya aşkının peşinden gidiyordur ya da derin bir acıyla yoğrulup dönüşüme uğruyordur. Kısaca hayallerimiz, gerçeğin üstündeki birer örtü sadece. Biz uydurukçuların işi, bu örtüyü güzelce, düzgünce örterek okuru hayallerimize inandırmak ve gerektiğinde de örtüyü usulca kaldırıp onları gerçeklerle yüzleştirmek.


Yazarlık kariyeriniz boyunca edindiğiniz en önemli dersler neler oldu? Yine bu sorudan hareketle devam edeyim; yazarlık kariyerinizde size en çok destek olan kişi veya kişiler kimlerdi?

Profesyonel olarak yazmaya başladığım günle bugün arasında koca bir on iki sene var. Bu on iki sene boyunca çoğu polisiye yazarı olmak üzere pek çok yazarla dostluk kurup, onlarla benzer deneyimler yaşadığımızı keşfettim. Dolayısıyla yazmak hakkında bir şeyler öğrendiğimi düşünüyorum. Muhtemelen çok kişisel dersler bunlar ama duymak isteyen için şöyle sıralayabilirim:

Yazılarınızla aranıza uzun süreli mesafeler koymayın. On günde bir masanın başına oturup sayfalar dolusu yazmaktansa her gün düzenli bir şekilde oturup birer sayfa yazmak çok daha verimli.

Yazma eylemine tutkuyla bağlı olanlar genelde etraflarında olup bitenlere duyarsız kalamıyor ve yoğun duygusal gel-gitler yaşıyor. Bu da haliyle yazma sürecini etkiliyor. Eğer bir dosya üzerinde çalışıyorsanız mümkün olduğunca sosyal medyadan uzak durun. Malum, ülke gündemi psikolojinizi her an dibe çekebilecek bir potansiyele sahip. Bu kara deliğe düştüğünüzde metinlerinize ara verip çukurdan çıkmanın bir yolunu bulun. Aksi halde dosyanız, boğucu bir karanlıkla dolabilir. Ancak, tam da böyle bir şey yazıyorsanız, umutsuz, geleceksiz bir distopya üzerinde çalışıyorsanız mesela, o zaman o kara delikte müthiş bir iş de çıkarabilirsiniz.

Sizi yükseltecek olan yayınevi değil, yazdıklarınız. Umudunuzu yayınevine bağlamayın. Halihazırda yüzbinlerce takipçiniz yoksa, bir şekilde popüler değilseniz, yayınevi kitabınızı basıp dağıtmanın ötesinde hiçbir şey yapmayacak. Tüm güç kaleminizde ve emeğinizde. Emek harcamaktan ve iyi yazmaktan başka çareniz yok.

Niteliksiz, kötü kitapların nasıl da çok sattığına bakıp aldanmayın. Bunlar piyasanın bize sundukları, önümüze getirdikleri. Geri planda saygınlığı günden güne artan, okurların dört gözle yeni kitap çıkarmasını beklediği müthiş yazarlar var. Hedefiniz o kötü kitaplar kadar çok, hatta daha çok satmak olursa hayal kırıklığı yaşama ihtimaliniz yüksek. Hedefiniz her seferinde daha iyi yazmak ve doğru yerde yayınlatmak olsun.

İyi yazmanın en az yazmak kadar okumaktan geçtiğini söylememe gerek yok diye düşünüyorum.

İyi yazmanın belki de en önemli sırlarından biri şu: Yazmaktan korkmadığınız gibi silmekten de korkmayın. İçinize sinmeyen cümlelere, paragraflara, sayfalara karşı acımasız olmalısınız. Yazdıklarınız sizi ele geçirmemeli. Evet, yazdığınız her bir cümle sizin, duygularınızın, zihninizin yansıması ama hiçbiri kutsal değil. Silinmesi gerekiyorsa silin, karalayın ve yeniden başlayın.

Son bir şey daha: Yazmak yalnız başına çıkılan kalabalık bir yolculuk. Romanınızı bitirene kadar yalnız hem de yapayalnız olduğunuzu bilin. Yazım süreciniz boyunca size destek olan, taslaklarınızı okuyup fikir veren, okuyup hayranlığını dile getiren, moralinizi yükselten insanlar olacaktır, olsunlar da. Hiç eksik olmasınlar hatta. Ancak bu sizin yalnız olduğunuz gerçeğini değiştirmeyecek. Nihayetinde sayfalara ya da bilgisayara gömülüp tek başınıza saatler geçireceğiniz bir iş bu.

Ben de her yazar gibi yalnız yürüyorum. Ancak dosyayı bitirip sevdiğim insanların desteğini almak gibisi de yok hakikaten. Eşim ve çocuklarım en büyük destekçilerim ve en büyük şanslarım İlk ön okumaları yapan yakın dostlarım ve iş arkadaşlarım da iyi ki varlar. Hatta artık okurlarımdan bazılarına da taslaklarımı gönderip fikirlerini alıyor, onları da bu sürece dahil ediyorum.


Gerilim ve polisiye eserlerinde "iyi" ve "kötü" karakterler arasındaki çizgi bazen belirsiz olabilir. Bu tür bir belirsizlik üzerine nasıl bir strateji izliyorsunuz?

İyilik ve kötülük üzerine konuşsak inanın saatler yetmez ama bu kavramlar arasındaki bulanıklığı romanlarımda nasıl lehime çevirdiğimi kısaca anlatmaya çalışayım.

Romanlarımda bu belirsiz izleri taşıyan çok sayıda karakter oldu, sanırım ileride olmaya da devam edecek. Belirsizliğin temel sebeplerinden biri de iyi ve kötü kavramlarının göreceli oluşu aslında. Çok zengin ya da güçlü olduğu için ceza almayan ve rahat yaşantısına devam eden bir pedofili düşünün. Çocuklardan birinin annesi, bu adamı takip etse, saldırıp öldürmek istese ve başarsa, iyi ve kötü kavramları bulanıklaşır değil mi? Zenginlerden çalıp fakirlere dağıtan, bu işleri yaparken bazı ulu zenginlere büyük zararlar vermek zorunda kalan kahramanlar da aynı bulanıklığa sebep olur. Bu tarz belirsizliklerin işaret ettiği şey, tek tek karakterlerin kendisi değil aslında. Sistem! Adaletin sağlanamadığı bir sistemde iyi ve kötü arasındaki ayrım yavaş yavaş silinir. İyiler, kendi adaletini sağlama yoluna giderek görece kötülüğün topraklarına adım atarlar. Sonuçtan bağımsız, bu bulanık ortamda okurdan beklenen gözünü asıl suçluya dikmesidir. Zayıf iyiden değil güçlü kötüden yana olan çarpık sistemler var oldukça öne çıkan kavramlar iyilik ve kötülük değil hayatta kalmak ve hak aramak olur. Bu, polisiye eserlerde sıkça rastlanan bir durum.

Bir diğer mesele ise gerçekçi olmak adına belirsizleşen iyi-kötü kavramlarıyla ilgili. Aslında etrafımızda mutlak iyi veya mutlak kötüler yok. Hepimiz griyiz. Karanlık yönlerimiz de var aydınlığımız da. Bazen, umulmadık bir anda öfke patlaması yaşayıp etrafımıza zarar verebiliyoruz. Ama bu bizi kötülüğün temsilcisi yapmıyor. Planlı programlı davranan “kötülerin” dışında herkes dönem dönem karanlık bir yanıyla yüzleşiyor. Suç temalı kitaplarda bu insani zaaflar sık sık kullanılır ki gerçeklik ayaklarımızın altından kaymasın. Karakter iyi bir polistir ama kötü bir eştir. İyi bir babadır ama aslında bir hırsızdır. İyilik ve kötülüğün herkeste var olduğu gerçek bir atmosfer yaratmak için de bu belirsizlik sıkça yer bulur.

Bu tarz bir belirsizliğe romanlarımda yer verme sebeplerinden biri de okuru uyanık ve tetikte tutmak. Herkesin katil çıkabileceği bir kurguda kim gerçekten iyi kim gerçekten kötü, bilemezsiniz. Ters köşe yapmak amacıyla iyi sanılan bir karakter bütün kötülüklerin mimarı olarak son sayfada karşımıza çıkabilir. Ya da tam tersi, bütün okların kendisine yöneldiği kötü sanılan bir karakter, kitabın sonunda kötülüğü alt eden bir kahramana dönüşebilir.


Gelecek projeleriniz hakkında bize biraz bilgi verebilir misiniz? Yeni bir kitap ya da proje üzerinde mi çalışıyorsunuz?

Bu aralar 10 yaş üzeri çocuklara, gençlere ve tabii kendini genç hisseden büyüklere yönelik bir macera kitabı yazmakla meşgulüm. Tıpkı yazdığım yetişkin romanlarında olduğu gibi işin içinde yine gizem, macera ve bilim olacak. Tabii bu kez kahkaha da eksik olmayacak. Ancak yetişkin polisiye edebiyatından da vazgeçmiş değilim. Kısa bir mola veriyorum yalnızca. Yoksa zihnimde demlenmeye bıraktığım bolca fikir var. Bunlar olgunlaşana kadar, bir diğer hayalimi gerçekleştirmek istiyorum.

Yaşadığımız telefon, tablet çağında çocukların kitaplarla arasına ister istemez bir mesafe girdiğinin farkındayım. Onları heyecanlandıracak, uykusuz saatler geçirmelerini ve kitaplara tutkuyla bağlanmalarını sağlayacak bir kitap olacağını umuyorum. Üç kitaptan oluşacak bu serinin tüm çocuklarımız için harika bir yolculuk olması için var gücümle çalışıyorum.


Röportajlarımın klasik sorusudur. Size de sormak istiyorum. Elinizde sihirli bir değnek olsaydı ne yapmak isterdiniz?

Çocuklardan açıldı konu, çocuklarla noktayı koyalım madem. Yeryüzündeki istisnasız bütün çocukların hayallerini, tek tek gerçek kılar, dünyayı neşe dolu, fantastik bir oyun parkına çevirirdim.

Yorumlar